Ankara’nın mertliği, dürüstlüğü ve kahramanlığı ile bilinen seymenlerini ve seymenlik geleneğini, Gazeteci-Yazar Orhan Karaveli’nin “Bir Ankara Ailesinin Öyküsü” kitabından sizlere aktarıyoruz.
Görsel: Ankara “Seymenleri” Mustafa Kemal Paşa’yı karşılıyor. Efe’lerin en önünde “Yağcı Fehmi Efe”
Yazı Kaynak: “Bir Ankara Ailesinin Öyküsü”, Orhan Karaveli, Pergamon Yayınları, II. Baskı, Ekim 1999
Oğuz boylarının özellikle Ankara civarında yerleşmiş olmaları sayesinde bu kent yüzyıllar boyunca kendini yabancı etkilerden ve “Osmanlılık” ruhundan korumuş ve Türklüğün bütün yüksek gelenek ve göreneklerini aynı safiyetle benliğinde saklamıştı.
Yalnız Ankara yöresinde varlığını sürdüren Seymenlik de bu Ortaasya/Oğuz geleneklerinden biriydi ve 1343-1362 yıllarında Ankara’da ilginç bir tür Cumhuriyet kuran Ahi‘lerin yanısıra Alevi-Bektaşilerle de azçok ilişkili idi.
Seymen, sözcük olarak Rumeli’de koruyucu anlamında kullanılırdı. Yüz yıllardan beri “anavatanı” diyebileceğimiz Ankara’da ise Seymen denilince akla mert, cesur, fenalıktan kaçınan, iyiliksever, kahraman, gözüpek ve özverili insanlar gelirdi. Güzel at binen, savaşlara gönüllü gidip ön saflarda yürüyen ve düzenli ordu içindeki kendi Seymen Alayları’nın şanına toz kondurmayan insanlar. Bir zamanlar İstanbul Şehzadebaşında bunların bir Seymenler Mezarlığı bile vardı.
Ankara ve çevresinde etkinliklerini Osmanlı’nın son dönemine kadar sürdüren Seymenler, aralarından, kendini en fazla sevdirip saydıran, otoriter ama sevecen, vatana ve millete en fazla yararlı olacağına inandıkları birini “baş” seçerler ve onu babalarından bile yakın bilirlerdi kendilerine.
Seymenlerin tarihten gelen bir başka özellikleri de, ülkeyi temelden sarsan zorlu felaket günleriyle, yepyeni bir döneme adım atılırken… ya da mevcut devlet çöküp yenisi kurulurken kendiliğinden bir galeyan hâlinde Seymen Alayı Kurma gelenekleriydi. (Bu geleneğe “Seymen Alayı Düzülmesi” de denir.) Tarihler; Selçuk Devleti’nin ve Osmanlı’nın (Söğüt’te) kuruluşu sırasında Seymen Alayına benzer törenlerin düzenlendiğini ortaya koyuyor. Öyle ki, bu törenler sayesinde Oğuz’ların tarihte hiçbir zaman devletsiz kalmadığına bile inanılır.
Bazen, -gerekmeyip de- yüzyıllar boyunca bir tek Seymen Alayı kurulmamışken son yüzyılın ilk çeyreği içinde ve çok kısa aralıklarla bunun üstüste iki kez gerçekleştirilmiş olması ilginçtir: İkinci Meşrutiyetin ilanı nedeniyle 1908’in Temmuz ayında ve onbir yıl sonra 27 Aralık 1919 Cumartesi günü Atatürk’ü Ankara’da karşılamak için.
Bunlardan ilkinde İkinci Abdülhamit’in 33 yıllık istibdat rejimine son verilerek bir Hürriyet Dönemi başlatılıyordu. ikincisinde ise Ankara Seymenleri, Osmanlı’nın artık tarihe karıştığını ve Mustafa Kemal’in yeni bir devlet kuracağını kendiliklerinden ve belki de herkesten önce hissediyorlar ve bunu dünyaya adetâ ilan ediyorlardı.
Normal günlerde herkes gibi giyinen ve işleri güçleriyle uğraşan Seymenler düğün ve benzeri törenlerle ulusal günlerde ucu kalkık yemenileri, Ankara tiftiğinden diz çorapları, sırmalı camadanları, yanları siyah şeritlerle süslü mavi ya da lacivert zivgaları, bellerine sardıkları şalları, Hitit kabartmalarındakini andıran uzun hırkaları ile -bir de at üzerinde iseler- masal kahramanlarına benzerlerdi. Şal kuşaklarının üstündeki silahlık ve içine sokulmuş beyaz kemik saplı hançerleri ise hiç eksik olmazdı. Gümüş kabzalı bir de tabancaları bulunurdu hançerlerinin yanında.
Birbirlerine çok bağlı olan Ankara Seymenleri, kendilerini, kentin asayişinden sorumlu sayar ve huzur ve düzen bozucu davranışları resmi güvenlik güçlerini işe karıştırmadan giderirlerdi.
Güvenlik güçleri de onların işine karışmamaya özen gösterirdi. Suç işlemezler; aralarından suç işleyen olursa, dışardan bir şikayet gelsin gelmesin Seymenbaşı’nın buyruğunca “gereği” yapılırdı.
İlke olarak aralarına gayrımüslimleri almazlardı ama onların da yardımına koşarlardı ayrım gözetmeksizin. Öyle ki, kadın ve kızları zaman zaman türeyen mahalle çapkın veya kabadayıları tarafından rahatsız edilen ve Ankara’da daima kalabalık azınlıklar oluşturmuş bulunan rum, gregoryen veya katolik ermeni ve yahudi cemaatleri, şikayetlerini çoğu kez resmi makamlara değil de “Hisar Uşağı”, “Hacettepe Uşağı” gibi isimlerle anılan ve hepsi de iş güç sahibi olan Seymenlere yaparlardı. Çünkü bunların disiplin ve güvenliği sağlama yöntemlerinin daha hızlı ve yaşanılan devre göre daha etkili olduğuna inanılırdı. Çok önemli bir sorun varsa doğrudan Seymenbaşı’na gidilirdi. Seymenlerin yarattığı güvenlik ortamı sayesinde Ankara’lılar evlerinin kapılarını kilitlemezlerdi. Hırsızlık benzeri olaylara yok denecek kadar az rastlanırdı.
Din konusunda ise, taassuptan uzak ve tüm inançlara hoşgörülü oldukları bilinirdi. Kimseyi rahatsız etmeden belli zamanlarda biraraya gelip sazlı sözlü eğlenceler düzenledikleri, içki içtikleri fakat sarhoş görünmedikleri; kadın oynattıkları fakat bu kadınlara el sürmedikleri sır değildi. Ülkenin geri bırakılmışlığından sorumlu tuttukları yobazlarla softalardan nefret ettiklerini gizlemezler ama gerçek din adamlarına saygıda kusur etmezlerdi. Bunları her gördüklerinde:
– Duanı esirgeme bizden hocam! dedikleri, hocalarında işinde gücünde, disiplinli ama yaşamayı seven, ehlikeyf, yiğit, çalışkan ve çoğu kentin varlıklı ailelerinden gelen bu dürüst ve erdemli gençlerin yanağını sevgiyle okşayarak yarı şaka;
– Allah islah etsin!.. diye karşılık verdikleri bilinirdi.
Ankara’nın toplumsal düzeni içinde etkin bir yeri olan Seymenbaşı ise, parasına puluna bakılmadan “eşraftan” sayılır ve “protokolda” önemli bir yer tutardı.
0 Yorum bulunuyor “Ankara Seymenleri”