Antalya Gazipaşa’daki atölyesinde dünya çapında ses getirebilecek eserler üreten, sanatseverlerin daha yakından tanımasını dilediğimiz heykeltıraş Canan Yılmaz ile keyifli bir söyleşi yaptık.
Söyleşi: Nilay Erişkin. Canan Yılmaz’ı bizlerle tanıştırdığı ve bu söyleşinin yapılmasındaki destekleri için Canan Hanım’ın küratörü Bülent Şahan’a teşekkür ederiz.
Gazipaşa, Alanya ve Anamur’u kapsayan kültür turlarının bir durağı da onun atölyesi. Eserlerine hayranlıkla baktığımız Canan Yılmaz hoca ile tanışınca, onu blogumuzun sayfalarına taşımamak olmazdı.
FK: Öncelikle söyleşi talebimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Sizinle ilk tanıştığımızda, aklıma yakın bir zamana kadar devam eden Sanatçı Kadınların Yüzyılı başlıklı sergi gelmişti. Serginin amacı sizin gibi değerli kadın sanatçıların adını daha fazla duyurmaktı, bunu da ‘“Ben”leşememiş ve dolayısıyla sanat tarihi tarafından kaydedilmemiş kadınları tek tek öne çıkarmak ve “biz”i oluşturabilmek’ şeklinde ifade ediyordu. Biz de sizi daha yakından tanıyıp tarihe bir not düşelim istedik.
CY: Son 10 senedir esprilerimde, güvendiğim insanlara “Küratörüm olur musun?” diyorum. Çünkü sanat eserini ortaya koymak kadar o eseri kitlelerle buluşturmak da büyük önem taşıyor. Sanatçılar eserleri ile kendilerini çok iyi ifade etseler de duygu ve düşüncelerini çoğunlukla aynı beceriyle dile getirmeyebilirler. Ancak samimi bir sohbette durum farklı. O yüzden sizinle sohbet etmenin bana da iyi geleceğini düşündüm.
Bunu duymak çok güzel. Sanata meraklı biri olarak ben de ilk kez bir sanatçı ile söyleşi yaptığımdan dolayı oldukça heyecanlıyım. Bunu sizinle yapmaktan dolayı kendimi epeyi şanslı hissettiğimi de belirteyim. ? Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Tabii. Antalya’nın Gazipaşa ilçesinde doğdum. İlk ve orta öğrenimimin ardından Gazi Üniversitesi Heykel bölümünden mezun oldum. Üniversite son sınıfta atölye hocalarımın “Son 10 yılın en iyi öğrencisi olarak bu sınava girmelisin” telkinleri ile asistanlık sınavına girdim. Ne var ki, bölüm başkanı, “Kadın asistan istemiyorum” diyerek sınavı geçersiz saydı. Bu hayalkırıklığı ile öğretmenliğe başvurup 1992 senesinde Adıyaman’a atandım. Aynı sene kendisi de resim öğretmeni olan üniversite arkadaşım Murat Atasoy ile evlendim.
1994 senesinde 8 ay süren bir çalışmanın ardından Adıyaman Yükseliş Anıtı’nı tamamladık. Tamamladık diyorum, çünkü sevgili Murat Atasoy’un bana yadsınamaz katkıları oldu. Anıt, Adıyaman kent merkezinde bulunan Mimar Sinan Parkı içinde yer alıyor. 24 yaşında birçok imkansızlıklar ile yaptığım bu eser, sonraki çalışmalarımda bana özgüven kaynağı oldu.
Sonraki yıllarda birçok farklı kentte heykel çalışmalarım oldu. Bu eserlerin çoğu belediyelerin sanat çalıştayları ve Sanata Saygı Derneği bünyesindeki çalıştaylarda ortaya çıktı. Karakalem, yağlı boya, rölyef gibi alanlarda da eserlerim var, atölyemde bulunan seramik fırınında çeşitli arkeoseramik denemeler yapıyorum. Ancak kendimi ait hissettiğim alan heykel.

Peki biraz çocukluğunuzdan bahseder misiniz? Nasıl bir ailede büyüdünüz? Ailede sanata yeteneği olan başka kimse var mıydı?
Çocukluk ve aile hikâyeme babamla başlayayım. Ben yaşlı bir adamın kızıyım. Babam yaşıyor olsaydı 125 yaşında olacaktı ? Yörük kültüründe yoğrulmuş tam bir Akdeniz efesi imiş babam, mermileriyle at üstünde fotoğrafları var. Aynı zamanda bağlama oyan bir adam. Onu kaybettiğimizde 8 yaşındaydım. Yıllar sonra 35 yaşında iken onun hakkında yeni bir bilgiye sahip oldum. Babam torunlarından birini çok severmiş ve bu torununu sürekli atının arkasında gezdirirmiş. 1930 senesinde torunu su çiçeğinden ölmüş ve babam da onun anısına ahşap bir heykel yapıp mezarına koymuş. Köylümüz korkmuş ve heykeli Allah’a şirk koşmak olarak düşünüp yakmışlar. Babam heykeli bu sefer mermerden yapmış. Bu vesileyle babamın heykeltıraş olduğunu keşfettim. Toros yaylalarındaki bu mezarı buldum ve mezarın başında torununun başını tasvir ettiği mermer heykeli gördüm.
Ablam üniversite okumadı, ancak okulda kendisinin büyük boy kartonlara çizdiği resimleri biyoloji derslerinde kullanılırdı. Yani ablam da çok güzel resim çizerdi. Ağabeyim de kara kalem çalışmaları yapardı ve dürtüsel bir çizim yeteneği vardı.
Babanızın hikâyesi oldukça etkileyici. Belli ki sanatçı kişiliğiniz ve yeteneğinizin temellerinde aile geçmişinizin sizde bıraktığı izler de var. Peki heykeltıraş olmaya nasıl karar verdiniz?
“Ben yetenekli miyim?” diye düşündüğümde şunu söyleyebilirim ki yaş düzeyi dışında bir gelişimim oldu. Çocuklarda genelde yaş düzeyinin seyrine bakılır, ben biraz daha önden gidiyordum. Örnek vermek gerekirse lise son sınıftaki bir akrabamın karakalem Atatürk portresi çizim ödevini yapmıştım. Beni de nasıl etkilediyse o portreyi çizdikten sonra saatlerce yanından ayrılamadım. İlkokul 4. sınıf öğrencisi lise son sınıf öğrencisinin ödevini yapıp 100 alınca mahalleden herkes “Canan, resim ödevimizi yapar mısın?” demeye başladı. ?
Sayısal derslerde zayıf, sözel derslerde başarılı bir öğrenciydim. Öğretmenlerimin “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” sorusuna hep “Heykeltıraş-Ressam olacağım” diye yanıt verir, bu iki mesleği birbirinden ayırmadan telaffuz ederdim. Onlar da hiç tereddüt etmezlerdi.
Küçük yaşta isabetli bir yönlendirme olmuş, ne güzel. O zaman yeri gelmişken eğitim geçmişinizi konuşalım.
Lisans eğitimi için akıllara İzmir Ege Üniversitesi Buca geldi önce, resim bölümü deyince orası çok meşhurdur. Ben Buca’da sınava girmeye hazırlanırken lisedeki resim öğretmenim Gazi’ye girmem konusunda beni yönlendirdi. Kendisi de Gazi mezunuydu. Dolayısıyla 1987 yılında Gazi Üniversitesi Resim bölümüne girmiş oldum.
Gazi’deki ilk senemizin ardından branş seçimi yapmamız gerekiyordu. Ben “resim” tercihi yapmıştım. Ancak heykel atölyesindeki hocalarımdan Nusret Başöner’in yönlendirmesiyle heykel branşına kayıt yaptırdım. 3. Sınıfta ilk büyük heykel denemem olan çıplak kadın/kurulanan kadın temasını işledim, o dönemlerde Rodin heykellerinden çok etkileniyordum.
Üniversitedeki tezim ise “kadın heykeltıraşlar” üzerindeydi. Hiç unutmam Zerrin Bölükbaşı ile röportaj yapmıştım, bana evini açmıştı. Çok sıcak ve anaç biriydi, muzu eliyle soyup bana vermişti. Orada gerçekten çok güzel zaman geçirmiştim ve böylesine bir sanatçının ne kadar bize yakın olduğunu düşünmüştüm. İyi ki buna cesaret edip onu ziyaret etmişim, 21 yaşındaki o genç Canan’ı takdir ediyorum. ? Ondan sonra mesleğimle ilgili konulara farklı bir noktadan baktım.
Oranlar olmadan biz iş yapamayız, sanat matematik ister. Genelde karşıt gibi görürüz ama sanat, matematiğin ta kendisidir.
CY
Uzun yıllar Gazipaşa Anadolu Lisesi’ndeki öğretmenlik kariyerinizi ve heykeltıraşlığı birlikte yürüttünüz. Bu iki mesleği aynı anda icra etmek zor olmadı mı?
En büyük zorluk tabii zaman problemi. Sabahtan akşama kadar okulda derse girip akşam evde yemek hazırlayıp ev işlerini halledip çocukları uyuttuktan sonra çalışmaya başlayabiliyorsunuz. Sabaha kadar kısa kahve molaları dışında aralıksız çalışıp, sabah da duş alıp hiç uyumadan tekrar okula gidiyorsunuz. Anıt ve heykel projelerini yaparken tempo bu şekilde oluyordu. Aksi takdirde yetiştirmek mümkün değil.

Bu yoğunluğu tahmin edebiliyorum, öğretmenliğinizin yanında dünya çapında ses getirebilecek birçok eser ortaya koyabilmeniz gerçekten ilham verici. Bu vesileyle biraz aile hayatınızdan bahsetmenizi istesem?
Teşekkür ederim. İki çocuğum var; Doğa ve Uzay. Doğa deniz taslarından heykelcikler yapıyor. Aslında veterinerlik okudu. Uzay da malzeme mühendisliği kazandı ama istemedi. Şu anda Marmara Üniversitesi’nde müzik okuyor. 2018 yılında boşandım ve kızlık soyadım olan “Yılmaz”ı kullanmaya başladım. Dolayısıyla 2018’e kadar olan eserlerimde Canan Atasoy, 2018 sonrası eserlerimde ise Canan Yılmaz imzası yer alıyor.
Nefes aldığım ve özgür olduğum tek yer sanat. Her yeni çalışmama, ilk kez heykel yapıyormuş gibi amatör bir heyecanla başlarım.
CY
Eserlerinizi konuşalım o zaman. Her heykelinizin çıkış noktasında bir hikâyesi olduğunu biliyoruz. Siz tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz? Heykel sanatıyla noktaları birleştirme ve hikâyeleri elle tutulur bir esere dönüştürme süreci nasıl gerçekleşiyor?
Heykellerde belli bir malzeme, form ya da konuya bağlı kalmayı tercih etmiyorum. Bazen modelaj çalışıp döküm yapıyorum, bazen de granit ya da mermer kullanıyorum. Taş çalışırken taşın amorf halinden de yararlanmayı ve zıtlıkları seviyorum. Figüratif heykeller çalışırken de genelde stilize ediyorum, evrensel ve merkezinde insanın olduğu konular ilgimi çekiyor.
İnsanın bilinç düzeyi geliştikçe ister istemez bu sanatına da yansır. İnsan ne hissediyorsa onu somutlaştırır. Ben de hikâye, form ve malzemeyi buluşturmayı seviyorum. Bu anlamda eserlerimi koşulların belirlediğini söyleyebilirim, yetenek kadar değil koşul kadar sanat var.
Merak ettiğim bir konu da alanınınız inovasyona açıklığı. Heykelde sizin de uyguladığınız yenilikçi yaklaşımlardan bahsedebilir miyiz?
Tabii, kimsenin çalışmadığı malzemelerle çalıştığımız olabiliyor. Örnek vermek gerekirse 2002 yılında granit taşından bir heykel yapmıştım. İstedikten sonra granitten bile heykel yapılabileceğini deneyimleyerek görmüş olduk.
Bugüne kadar hiç sergi açtınız mı? Son zamanlarda çalıştığınız bir eser var mı?
Bahsettiğim tam da buydu demin, koşullar nedeniyle henüz bir sergi olmadı. Hayal ettiğim şeyi ortaya koyabilmek için bütçe gerekiyor. En son Gazipaşa Uluslararası Sanat Sempozyumu’nda insanlığın doğaya verdiği zarara dikkat çekmek için vurulan dağ keçisi heykelini yaptım.
Sizi destekleyen kurumlar yok mu peki?
Var, genelde belediyeler ve kaymakamlıklar proje bazlı olarak destekliyorlar. Tabii bunlar da sınırlı destekler.
Sizi en çok etkileyen heykeliniz hangisi? Hikâyesini bizlerle paylaşabilir misiniz?
“Denizi Koklayan Kadın”ın yeri ayrıdır benim için. Balıkçı ya da denizci olan eşlerinin dönmemesi üzerine kıyıda günlerce onları bekleyen kadınları tasvir eder.

Şu Gazipaşa’nın sembolü olarak bilinen Deniz Kızı heykeli ise benim favorim ? Heykellerinizin Gazipaşa’yı bir açık hava müzesine dönüştürdüğü görülüyor, her birine hayran kaldık. Başka bir ilçede veya şehirde de heykeliniz var mı?
Adıyaman’la başladı, Gazipaşa’da “Deniz Kızı” ile devam etti. Gazipaşa’da belirttiğiniz gibi birçok heykelim var. Gaziantep’te, Kalkan’da, Alanya’da, Uşak’ta, Burdur’da ve Hatay’da da eserlerim var. Son çalışmam olan dağ keçisi heykeli de yakın bir zamanda İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından kentin uygun noktasına konulacak.

Daha çok insanın sizi tanıması adına çok güzel bir haber bu. Gerçekten hayranlıkla dinliyorum sizi ama artık bu amatör söyleşimizi de tamamlayıp daha fazla vaktinizi almayalım. Son olarak bu ilham, bu güzellik ve yaratıcılığın ana kaynağını size sorayım.
Duyarsız olmamız mümkün değil, bu coğrafyadaki zenginliği demleyerek yaşamak çok keyifli. Kalıcı eserler ile bu zenginliğin parçası olmak ve ona katkı sunmak ana motivasyon kaynağım diyebilirim. Çoğalmak ve çoğaltmak çok güzel bir his, birlikte değişmek çok kıymetli.


👏👏👏
Kutluyorum Canan Hanım. Kadınlarımızın başarısı ile gururlanıyorum.
Kendisi çok değerli bir hocamızdır, Gazipaşlı ve Gazipaşa’da olmasından çok memnunuz. Umarız hayal ettiği sergiyi açar.
Başarılarının devamını ve kolaylıklar dileriz.
Sevgili Canan Hocamızın eserlerini ve atölyesini görmek bizim için çok heyecan vericiydi. Kendisi ile tanışmamızı sağlayan Bülent Şahan ve söyleşiyi yapan Nilay Erişkin’e çok teşekkür ederim.
Sevgili Canan, sanat yaratmaktır. Hele de o sert kayayı sanki bir peynir parçası yontar gibişekil vermek bundan iyi yaratıcılık mi olur.
Her zaman tüm eserlerinizi izlerken hayran olmuşumdur.
İlçemiz için büyük bir şanssınız.Başarınız daim olsun.