Küçük Menderes havzasının dört önemli kenti Sardes, Birgi, Ödemiş ve Tire‘ye tarihi bir yolculuk…
Kaynak: Toplumsal Tarih, Aralık 1999 “Küçük Menderes Havzasında Tarihin Peşinde: Sardes, Birgi, Ödemiş, Tire” Osman Köker. Görsel: Sardes Antik Kenti, Manisa
Sart, İzmir-Ankara karayolu üzerinde Manisa‘nın Salihli ilçesine 8 kilometre kadar uzaklıkta büyükçe bir köy. Köye girişte hiçbir olağanüstülük fark etmiyorsunuz, sıradan bir yol kenarı köyü. Ancak epey ilerlediğinizde sarı tabelalar burasının eski bir uygarlık merkezi olduğunu haber veriyor. Sardes: MÖ 6. yüzyılda Anadolu’nun batı yarısına egemen olan Lydia Krallığının başkenti.
Karayolunun kuzey tarafında iki önemli tarihi yapı var. Gymnasion, bugünün büyük eğitim ve spor komplekslerini aratmayacak büyüklükte bir yapı. Binanın süslü doğu cephesinin MS 3. yüzyıl başında inşa edildiği tespit edilmiş. Karayoluyla gymnasion arasındaki sinagogun ise kentteki “azınlıklardan”dan Musevilerin ibadetleri için yine aynı yüzyılda inşa edildiği sanılıyor. Sinagogun önünde Bizans çağından kalma kemerli dükkanlar yer alıyor. Kentin mermerlerle kaplı ana caddesi ise şimdiki karayolunun hemen altında uzanıyor.
Yolun güney tarafında daha içerilerde, Bozdağların eteklerine doğru Artemis tapınağı yer alıyor. Kısa yüzlerindeki 8’er, uzun yüzlerindeki 20’şer sütundan bugün sadece iki tanesi ayakta. Hiçbir zaman tamamlanamamış olan bu tapınağın iki büyük sütununun kaidelerinden birinin kabartmalar işlenmiş, diğerinin ise düz bırakılmış olduğu dikkati çekiyor. Bir gezi rehberinde, bir deprem sonucu tapınak yapımının yarıda kalması nedeniyle bütün kaidelerin kabartmalarının tamamlanamadığını okuyor ve günümüzün deprem psikozuyla hemen ikna oluyorsak da, Ekrem Akurgal‘ın Anadolu Uygarlıkları adlı kitabında, bazı sütunların kabartmalarla süslendiğini ama diğerlerinin süslemesi yapılamadan bu modanın geçtiğini ve yarım kalmış süslemeler konusunda tek örneğin de Sardes olmadığını öğreniyoruz.
Sart’tan sonra Bozdağlar’da nefis manzaralı bir yoldan geçerek Küçük Menderes havzasına yöneliyoruz. Dağdan inişte yine eski bir “başkent”, 14. yüzyıl başında Aydınoğulları beyliğinin merkezi olan Birgi yolumuza çıkıyor. O dönemde inşa edilen camilerinden çok, iki yüz yıl önce yapılmış Çakırağa Konağı‘yla anılıyor günümüzde. Ancak yıkık dökük, sıradan köy evlerinde bile Çakırağa Konağı’ndakileri hatırlatan bezemelere rastlıyoruz.
Bir uygarlığın diğerinin üzerinde yükseldiğinin en güzel kanıtının, birinden sökülen yapı malzemesinin diğerinin inşaatında kullanılmış olmasıdır, diye düşünürüm. Birgi’de bunun en ilginç örneklerini, yalağı Roma lahiti, ayna taşı Osmanlı mezar taşı olan bir çeşmede ve köşesine aslan kabartmalı antik bir taş yerleştirilmiş olan Ulucami‘de görüyoruz. Aydınoğlu Mehmed Bey tarafından yaptırılan caminin içinde de antik mermer sütunlar kullanıldığını öğreniyorsak da, girdiğimizde hayalkırıklığına uğruyoruz: Sütunlar beyaz yağlıboyayla tertemiz boyanmış!
Birgi’den 7-8 kilometre uzakta, ovada Ödemiş var. Ödemiş’i Ekim sayımızda yayımlanan Günver Güneş’in makalesinden tanıyoruz ve onun yazdıklarının izini sürmek istiyoruz. Güneş’in bahsettiği, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki kent planlamasının izleri fark ediliyor; 1930’larda açılan meydanlar bozulmadan duruyor ve o dönemde inşa edilen kamu yapıları hala ayakta. Ancak kentin hızlı gelişimi, eski konutları tamamen yok etmiş. Makalede, Cumhuriyet döneminde sinema olarak kullanıldığı anlatılan Ermeni kilisesini boşuna arıyoruz; çoktan yıkılmış. Ödemiş’te güzel dostlar ediniyor ve cumartesileri kurulan pazarında iyi bir pazar alışverişi yapıyoruz.
Birgi ve Ayasuluk’la (Selçuk) birlikte Aydınoğullarının önemli merkezlerinden biri olan, 33 kilometre kadar uzaklıktaki Tire ise dağın yamacında kurulduğu için daha şanslı. Kent ovaya doğru geliştiği için yamaçtaki eski kent dokusu fazla bozulmadan kalmış.
Tire’ye pazar günü ulaştığımızdan, kütüphanesini ve eski hanlarını günlük canlılığı içinde gezmek mümkün olmadığı için Bektaşilerin izlerini sürmeyi deniyoruz. Yeniçeri ocağı dağıtılırken yeniçerilerin bağlı bulunduğu Bektaşi tarikatı da nasibini alıyor. Tarikatın ileri gelenlerinin sürüldüğü yerlerden biri de Tire. Hekim ve tarihçi Şanizade Ataullah Efendi‘nin mezar taşının da bulunduğu Tire Müzesi’nin önüne devasa boyutlarda bir anıt dikilmiş. Üzerinde, “Türk tıbbının banisi büyük âlim Şanizade Ataullah Efendi 1771- 1826” yazıyor. Hazin bir olay. Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi‘nin de üyesi olan Şanizade, Yeniçeri ocağı kaldırılırken Tire’ye sürülüyor. İki ay sonra suçsuzluğuna karar veriliyor ama Tire voyvodası af fermanını ulaştırmadan Şanizade ölüyor. İki ay yaşadığı Tire’ye anıtını dikmek, ne kadar anlamlı!
Bektaşilerin izini sürerken, Tire’nin hemen güneyindeki Aydın dağlarına arabayla 20 dakika tırmandığımızda, kendimizi Kaplan köyünde buluyoruz. Bir zamanlar Bektaşi babalarından Turgut Reşadi Baba‘nın yaşadığı bu köyde, üç günlük gezimizin son durağı olarak, bir kır lokantasına giriyoruz. Küçük Menderes Ovasını ayağımızın altına seren lokantada, yöreye özgü otlu yemekleri yerken bütün yorgunluğumuzu atıyoruz.
Yazının dergideki orijinali için tıklayın.
İlginizi çekebilir
- Galata Kulesi’nin Tarihi
- Afife Batur ile «Mimarlık Tarihi»
- Sikkelerdeki Tarih
- İzmir’in Tarihi Mekanlar Haritası
- Nurhan Atasoy: Tarihi Sevdirmek
- Harvard’ın Eski Harita Koleksiyonu
- Bir Zamanlar Toroslar’da: Sagalassos
0 Yorum bulunuyor “Küçük Menderes Havzasında Tarihin Peşinde”